X

Raffi Portakal – İlk maçımda hüngür hüngür ağlamıştım

Birçok Beşiktaş taraftarı gibi Raffi Portakal da bu sezona umutlu girmiş. Takımın ilk haftalardaki arzulu oyununu, teknik direktör Slaven Blic’in hırsını heyecanla takip etmiş. Ancak sonraki haftalarda yaşanan düşüş yüzünden takımı televizyondan bile izlemeye sabrı kalmamış.

Raffi Portakal (67) çok eski bir Beşiktaşlı. Ta 1950’lerde o zamanın Mithatpaşa, şimdinin İnönü Stadı’nda tribünde maç izleyerek sevmiş futbolu ve siyah-beyaz renkleri. Beşiktaş’ın frikik ustası kaptanı Baba Recep çamur deryası sahalardaki ilk kahramanıymış. Galatasaraylı Metin Oktay’ın efendiliğini takdir ederek büyümüş. Ancak Portakal futbolun 60 yıl sonra geldiği noktayı biraz yadırgıyor. Kulüp geçmişinin, tarihinin genç kuşaktaki oyunculara daha iyi anlatılması gerektiğini, sembol oyuncuların genç takımdan yetişmesini savunuyor.

Çok eski bir Beşiktaşlısınız. Nasıl görüyorsunuz Beşiktaş’ın bu sezonki durumunu?

Beşiktaş’ın sezon başında 3-4 maçını izledim. Takıma da güven duydum. Ekip olarak atağa kalkmaları beni coşturuyordu. Bu, eski zamanlarda gördüğüm ve Beşiktaş’a çok yakıştığını düşündüğüm oyun tarzıydı. Ama takım giderek kırılgan bir hale geldi. Sahadaki o devamlılık ve dayanıklılık giderek kayboldu. Özellikle son üç maçta galip bitirdiği ilk yarıdan sonra hep gol yiyip puan kaybetti. Muhakkak konsantrasyonun ve kondisyonun eksik olduğunu düşünüyorum. Elbette seyircisiz oynama gibi psikolojik faktörleri de göz önüne alıyorum. Buna rağmen görüşüm takımın dirençli olmadığı yönünde.

Beşiktaş’taki bir mali darboğaz var ama yeni stadyum yapılana kadar da takımı biraz düşük profilde tutmak zorunda galiba yönetim?

Evet, ama bu dayanıklı, arzulu bir takım kurmaya engel değil. Belki büyük yıldızlar alamayabilirsiniz ama en azından hırslı, fizik kondisyonu yüksek bir takım kurabilirsiniz. Bütün kurumlar gibi spor kulüplerinde de yükseliş ve duraklama dönemleri olabilir. Mesela Manchester United’ın uzun bir suskunluk dönemi var. Ama o döneminin sonunda Ferguson işbaşına geldiğinde Liverpool ile aralarındaki şampiyonluk farkı aleyhte 11’ydi. Şimdi durum lehine. Dolayısıyla dünyaya da baktığımızda bunun sebebi iyi yönetim. Galatasaray da üç sezon evvel batıyordu. Sonra hem sporda başarıyı yakaladılar hem açıdan rahatladı.

Neler yapması lazım bu sezon Beşiktaş’ın?

Beşiktaş’ın nakit akışını kuvvetlendirmesi için gelirlerini artırması lazım. Burada en önemli kalemlerden biri stat ve sponsorluk gelirleri. Dolayısıyla olmazsa olmazlardan biri sahayı yapmak. Önemli bir gelir kalemi de Şampiyonlar Ligi’ndeki gelir ve başarıdır. Başta başkan Fikret Orman Beşiktaş’taki yöneticilerin çoğu dostum. Beşiktaş’a öncelikle belli bir mali disiplin getirdiğini düşünüyorum. Biliyorum ki gelirler olağanüstü arttı. Forma satışları da keza öyle. Bu gelirlerin artmasıyla Beşiktaş daha kaliteli futbolcular alacak.

Belli ki yeni stadyum bir heyecan getirecek. Orada kombine bilet alır mısınız?

Daha evvel de alıyordum. Kesem el verirse yine alırım.

Teknik direktör Slaven Bilic’e nasıl bakıyorsunuz. Sezon başında sosyalist futbol oynatacağını söylüyordu…

Bilic uzaktan gördüğüm kadarıyla tam benim istediğim teknik direktördü: Hırslı, coşkulu, takımı motive eden biri vardı saha kenarında. Takımla beraber Norveç’e, Tromso deplasmanına gittim. Orada gördüğüm Bilic’in idealize ettiğimle çok uyuşmadığını gördüm. Son haftalarda televizyondan izlediğim kadarıyla da ilk maçlara nazaran çok yorgun duruyor. Başka bir memlekete, başka bir kültüre geldi. Bir de topluluk psikolojisi, takımın psikolojisi var. Dünyada Mourinho hariç TD’lerin yüzde 99’u futbol kökenli. Futboldan gelen kişilerin tahsilleri belli. Modern bir takım kurmak için dışarıdan da yardım almak lazım. Beslenme, psikoloji gibi farklı alanlardan karma bir ekip kurup iyi bir model oluşturulabilir.

Bilic’te bundan sonraki yıllarda Beşiktaş’ı götürecek bir profil görüyor musunuz?

Pek emin değilim. İstediğim üç-beş yıllık bir master plan yapılıyorsa buna varım.

Daha uzun ömürlü bir yapı kurulabilir mi?

Yaklaşık 15 yıl kadar önce Serdar Bilgili ve Hüsnü Güreli’yle müşterek planımız şuydu: Bir futbol okulu kuralım. Futbol yeteneklerini ölçüp gençleri bu okula seçelim. Böyle testler Sovyetler Birliği döneminde çok yapılırdı. Bu sistemle bir-iki futbolcu yakalarsak hem takıma katkı sağlanır hem de yurtdışında oyuncu gönderilebilir. Başarıyı sürekli kılmak için ve giderleri düşürmek için böyle özkaynak yaratmak gerektiğini düşünüyorum.

Beşiktaş bunu aslında yaklaşık 35 yıl önce yapmıştı. Serpil Hamdi Tüzün’ün yetiştirdiği gençler yıllarca A takımını taşıdı. Meyvelerini de 1980’lerde ve 1990’larda aldı.

Beşiktaş Genç Takımı’nda Serpil Hamdi Tüzün çok basit şeyleri ezberletmişti o zaman. Mesela soldan topla giden oyuncunun ters tarafa pas atmasını istiyordu. Ve 3-5 denemenin sonunda gol gelirse futbolcu da motive oluyordu. Bu sistem A Takıma taşındı. Gordon Milne de onlara çok basit şeyler öğretti ve bu sayede kuvvetli ve dayanıklı bir takım kurabildi.

Beşiktaşlılığınız maç seyretmekle sınırlı değil. Aynı zamanda kongre üyesisiniz. Ne zaman beri üyesisiniz?

Herhalde 15 yıl kadar oldu üye olalı. Süleyman Bey döneminin hemen sonrasıydı. Serdar Bilgili istedi.

Kongrelerde oy kullanıyor musunuz?

Kullanıyorum.

Beşiktaş’a bu bağlılığınızın kökeni nereden geliyor?

Çok eski bir futbol seyircisiyim. Babam Aret, İstanbulluydu ve Fenerbahçe hastasıydı. Bütün maçlara giderdi. Beni de Fenerbahçeli yapmak istiyordu. Şöyle Beşiktaşlı oldum: Vaftiz babam Sarkis Efendi dedi ki ‘Fenerbahçe’yi, Galatasaray’ı boşver. Beşiktaş hep şampiyon olur.” Ben de Beşiktaşlı oldum. İlk maçıma babamla gittiğimde 5-6 yaşında olmalıyım: Bir İstanbul Mahalli Lig maçıydı. O zamanki Mithatpaşa, şimdiki İnönü Stadı. Mithatpaşa demek kışın çamur saha demekti o zaman. Ve Beşiktaş son dakikada tıngır mıngır kaleye giren bir topla mağlup oldu. Ben ağlamaya başladım. Mithatpaşa Stadı dönemi gerçekten anılarla doludur benim için.

Belli bir yaşa kadar babanızla mı gidiyordunuz maçlara?

Babama bağımlıyım o zaman. Fenerbahçe maçına da gidiyoruz. O zaman küçüğüm ve bu sayede turnikeden birlikte geçiyoruz. Ben büyüyene kadar sürdü bu. Babamın o zaman kombinesi (sezonluk bilet) vardı. Kombineden önceki dönemde de ya Fenerbahçe kulübünden alırdı bileti ya da iyi arkadaşı, Fenerbahçeli futbolcu Basri Dirimlili getirirdi. Ve yahut da karaborsadan alırdı. Bir Fenerbahçe-Kasımpaşa maçında karaborsacı 50 lira istedi bilete. İki kişi 100 lira. “Hadi oradan” dedi ve almadı. Büyük para! “Sanki altı gol atacağız da gidip göreceğim” dedi. Fenerbahçe 6-0 galip gelmesin mi!

Herhalde başka takıma da gönlünüz kaymadı bu ilk yıllardan sonra?

Galatasaray’a çok öykündüm. Özellikle Metin Oktay’ın o efendiliğini, sporculuğunu, golcülüğünü çok takdir ederdim. Efendi, faul yapmayan, yapsa bile özür dileyen, bir de faul yapılmış gibi numara yapmayan futbolcuyu seviyorum. Galatasaray’ı sevdirten sebeplerden biri de şuydu: Ağustos sonu ya da eylül başı sezonun ilk maçına çıkarlar. Bütün sahanın etrafını dolaşıp bütün seyirciye çiçek atarlardı.

Fenerbahçe’yle pek aranız yok galiba?

Aram yok çünkü Fenerbahçe, Beşiktaş’tan çok oyuncu aldı. Orada hep para babası yöneticiler vardı. 1963’te 100’er bin lira verip üç oyuncumuz birden aldılar: A takım kaptanı Birol Pekel, golcü Şenol Birol ve genç takım kaptanı Selim Soydan. İkinci başkan Müslüm Bağcılar, masaların üzerine çıkıyor, çiftetelli oynuyor, paraları yapıştırıyor, bir de bizim oyuncuları transfer ediyordu.

Sahanın çamur deryası olmasından bahsettiniz. Peki tribünlerde hava nasıldı?

O yıllarda, babamın hali vakti yerindeydi ve biz Mithatpaşa’da numaralı tribünde otururduk. Numaralı tribünde bütün taraftarlar karışık otururdu. Çok nadir tartışma çıkardı. Düşünün Fenerbahçe ve Galatasaray taraftarları yan yana otururdu. Tribüne özgü tipler vardı: Feriköy ve aynı zamanda taraftarı Galatasaray Necdet, Lefter’e Ordinaryüs lakabını takan Fenerbahçeli Manol. Bunlar numaralının altında Şeref tribününün orada, bir boruda oturur, maçı ayakta izlerlerdi. Karşı tarafta kapalı tribünde iki ana sütunun arasında en fazla Fenerbahçe seyircisi bulunurdu. Deniz tarafına doğru Galatasaray taraftarı, Gazhane tarafında Beşiktaş taraftarı otururdu. Galatasaraylılar küçük bir gruptu, Beşiktaşlılar biraz daha büyük bir gruptu. O zaman en büyük grup Fenerbahçelilerdi.

İlk futbol kahramanınız kimdi?

Recep Adanır. Baba Recep. Beşiktaş’ta harikalar yarattı. Frikik goller, kaptanlığı, faullerde özür dilemesi, hepsi beni çok etkilemişti. Oradan Galatasaray’a geçti, şampiyon yaptı onları. Baba Hakkı’ya yetişemedim. Yine Lefter’i, Can Bartu’yu çok seyrettim.

1959’da Türkiye Ligi kuruldu. Orada nasıl bir Beşiktaş vardı?

1959-60’da Şenol-Birol’lu takımın başında Macar antrenör Andrea Kutik vardı. Bitik Arif vardı. Topla ağırdı, korneri zor atardı. O sezon gol kralı oldu. 1-0’lık maçlarla Beşiktaş şampiyon oldu. Beşiktaş o zaman da bir kolej takımı hüviyetindeydi. Ama Şenol-Birol’un Fenerbahçe’ye gidişi benim için büyük bir acıydı. 1964’te Beşiktaş’ın Fenerbahçe’ye 1-0 kaybettiği maç bugün bile gözümün önünde. Maçın bitmesine belki bir dakika kalmıştı. O Şenol Fenerbahçe’ye geçmiş. Taçtan bir top geldi 18’in dışında. Yarım voleyle vurdu, trak diye gol oldu ve maç bitti. Korkunç bir şey! Hayatımın en büyük şoklarından biriydi. O günden beri de hiçbir şeye erken sevinmem

1970’lerde kendi işinizi kuruyorsunuz, evleniyorsunuz. Aynı ilgiyle takip edebildiniz mi?

O dönemde biraz ara verdim. Her açıdan karışıktı hayatım, ben de maçlara gitmeye ara verdim.

Tekrardan ne zaman döndünüz tribüne?

1980 sonrası olmalı.

1980’ler ve 1990’lardaki takım sizde iz bıraktı mı?

Tabii. Süper başarılıydı o takım. Ama o dönem Avrupa’da başarı gelmedi. Türkiye’de Beşiktaş kadar organize oynayan bir takım yoktu. Ayrıca ikincilikler de var o dönemde.

Peki ya Sergen Yalçın? Siz Sergenci miydiniz?

Yetenekli ama tarzım bir oyuncu değil. Çünkü devamlılığı yok. Güven vermiyor bana. Güven, “Bu adam kötü günümde bana yardım eder” demektir. Futbolcuya nerede güven duyacağım? Beni maçta kurtaracak. Bu, ne kadar tekrarlanırsa benim de ona hem güvenim hem bağlılığım artar.

Bugünün takımında beğendiğiniz oyuncu var mı?

Biraz geri kafalıyım. Takımla özdeşleşmesini beklediğim oyuncunun genelde genç takımdan çıkmasını, takıma bağlı olmasını düşlüyorum. Öyle kim var? Necip. Nazmi Bilge de biraz kalastı ama onurlu bir adamdı. Baba Recep’i kovdular da öyle gitti. Eski kuşaktan olduğum için benim simgelerim farklı, bugün 22 yaşındaki bir gencin simgeleri farklı. Eski referans da yok onda. Şimdi Cristiano Ronaldo Manchester United’ın da yıldızıydı, Real Madrid’in de yıldızı. Real Madridli bir genç olsam bu ortamda ben de Ronaldo’yu bağrıma basacağım. Tıpkı genç bir Galatasaraylı’nın Melo’yu ve Drogba’yı bağrına basması gibi…

Belli ki tarih, geçmiş gibi değerler önemli sizin için. Bu değerler yeni kuşak futbolculara nasıl aktarılabilir?

Bazı mekânlar vardır ki duvarları bile konuşur. Stat duvarlarına fotoğraf asmak yetmez. Bazen o duvarları konuşturmak için psikologlarla, sanat tarihçileriyle işbirliği yapıp akıllı dekore etmek lazım. Oraya girdiğinde antrenör, yönetici farklı bir yere geldiğini hissetsin. Rengiyle, ışığıyla o ruh verilmeli. Futbolcu oradan çıkarken başka biri olmalı.

Bu tip motive edici davranışlar önemli galiba?

Beşiktaş’ın üç sezon üst üste şampiyon olduğu dönemde Rahmi Koç’tan çok rica ettim: “Şampiyonluktan sonra Nakkaştepe’deki Koç Holding binasında Beşiktaşlı futbolculara lütfen bir yemek verin.” “Yaparız” dedi, olmadı. İkinci yıl yetinmedim mektup yazdım. “Her sezon şampiyon olamayız. Bu adamları bir yemeğe çağırın. Basını ister çağırın ister çağırmayın. Ama kendi aralarında konuştuklarında hiç olmazsa ‘arkamızda Koç var’ derler, kaliteleri artar. Hepsi onore olur. Kendilerini farklı hissederler.” Maalesef üçüncü şampiyonluktan sonra da bu yemek verilemedi.

Televizyondan maç seyrediyor musunuz?

Tabii. Ama Süper Ligi pek izlemiyorum. Doğrusu en çok Galatasaray’ı izliyorum. Beşiktaş’ı izleyecek sabrım kalmadı. Ama İngiltere ve İspanya ligi maçlarını izliyorum. Arsenal’i seviyorum. Transfer politikası açısından Chelsea’de biraz Fenerbahçe tavrı görüyorum. Barcelona’yı beğeniyorum ama o kadar çok galip geliyor ki… Atletico Madrid’i Real’e tercih ediyorum.

Maç arkadaşınız var mı?

Asaf Savaş Akat’la seyrediyoruz bazen. Geçenlerde Galatasaray’ın maçını Asaf ve Hasan Cemal ile seyrettik. Hatta Enis Batur da geldi.

Maçlara yalnız mı gidersiniz?

Bir maç arkadaşım yok. Maç seyretmeyi severim. İyi anladığımı da zannederim. Ama elimde olmadan tribünden taktik veririm. Ama son yıllarda takım kötü gidince “İleriii oğlum! Diye bağırırım

Dünya futboluna izlemeyi sevdiğiniz takım var mı?

Şu anda Dortmund’u beğeniyorum. Antrenörü Klopp’u da beğeniyorum. Hırsı ve duruşu güzel. Seyircisi de dünyanın en iyilerinden. Malum, resim ve fotoğraf uzmanlık alanım. İki yıl önce Londra’daki Frieze Sanat Fuarı’nda bir Dortmund tribün fotoğrafı gördüm. Onların kale arkası tribünleri Türkiye’dekilere göre daha dik. O fotoğraf aşağıdan yukarıya doğru geniş açılı çekilmiş, duvar boyunda kocaman bir fotoğraf, tüm seyircilerin en ufak detayını bile görüyorsun. Böyle bir fotoğraf olmaz. Hayran oldum!

Lig maçlarında o kale arkası Güney Tribünde koltuklar kalkıyor ve bu yöntemle o tribünün kapasitesi 25 bine çıkıyor. Büyük bir destek sağlıyor. Dortmund tribünleri görkemli peki Beşiktaş’ın Çarşı’sı sizi böyle etkiliyor mu?

Coşkulu bir tribün tabii. Elbette ki hem bir Beşiktaşlı hem de sosyal işleri merak eden biri olarak az çok bilgim var. Çarşı’da daha sol bir yapı var gibi duruyor. Bundan 7-8 yıl önce de Çarşı’nın lideri Alen Markaryan’ı çok merak ettim. Yanıma yardımcılarımdan Beşiktaşlı Fatoş Hanım’ı aldım, “Sizinle görüşmek istiyorum” deyip öğleyin Pangaltı’daki lokantasına gittim. Meğer oranın raconu akşammış. Yemek yiyoruz, bir yandan soruyorum: “Merak ediyorum, bu sloganlar nerden çıkıyor? Kim üretiyor bunları? Bunların patentini almıyor musunuz? Bütün takımlar ‘mezara gidelim’ diye aynı besteleri söylüyor. Daha yapıcı farklı slogan bulursanız Türkiye’ye de faydalı olur. Biz de ayrıcalık kazanırız.” Dinledi sonra sordu: “Abi, sen ne istiyorsun? Yönetime mi girmek istiyorsun?” Şahane değil mi? “Seni sokalım” diyecek neredeyse. Ben de “O tarafla hiç ilgim yok. Sadece merak ettiğim için geldim” dedim.

Dünyada beğendiğiniz oyuncu var mı?

Cristiano Ronaldo’nun kendini aşma meselesi beni çok ilgilendiriyor. Ben onu ta ilk Manchester yıllarından beri izliyorum. Ronaldo fiziksel olarak muazzam gelişti. O zaman rakip kaleye doğru gelir topu kaptırırdı. Tam ortalayacak yine kaptırırdı. O zaman da büyük futbolcuydu. Fakat o Ronaldo ne hale geldi. Takım 3-0 galip, sakatlanmayı göze alma pahasında o ne performans! Bunu olağanüstü görüyorum. Ve Messi’yi de olağanüstü görüyorum. Ve Messi’nin tek ayakla bunları nasıl başardığında da hayret ediyorum. Sağ ayakla bir gol attı, şaşırdım.

Categories: Futbol
Alp Ulagay:
Related Post